1955 yapımı Pather Panchali, Hint sinemasının başyapıtlarından biri olarak kabul edilir ve Satyajit Ray'ın kariyerinin başlangıcını simgeler. Film, Apu ve ailesinin yaşam mücadelelerini, yoksulluk ve sosyal sınıf farklarını gözler önüne sererken, aynı zamanda insan ruhunun dayanıklılığını yüceltir. Ray, doğal ışık ve sade ama etkileyici anlatımıyla izleyiciyi köy yaşamının derinliklerine sürükler. Her sahne, insan ilişkilerini ve duygularını derinlemesine işlerken, izleyicilere hüzün ve umut arasında gidip gelmeler yaşatır. Filmin dokusu, karakterlerin hayatlarındaki karmaşayı ve neşeyi yansıtırken, görselliği ve müziğiyle de etkileyiciliğini artırır.
Pather Panchali'nin oyuncu kadrosu, film için büyük önem taşır. Başrolde Apu karakterine can veren Subir Banerjee, izleyicilere saf bir çocukluk deneyimi sunarken, kız kardeşi Durga'yı oynayan Uma Dasgupta da güçlü performansıyla dikkat çeker. Ailenin annesi Sarbajaya karakterini canlandıran Karuna Bannerjee ise içsel çelişkileri ve iyi niyetli mücadeleleriyle karakterine derinlik katmaktadır. Filmdeki diğer ana karakterlerden biri olan büyük anne, oyuncu Chandralekha tarafından canlandırılır. Her biri, kendi rollerine mükemmel bir şekilde uyum sağlayarak, hikayeye sımsıkı bağlar.
Pather Panchali, insan hayatının geçici ve kırılgan doğasını vurgularken, aynı zamanda dayanışma, kayıplar ve umut temalarını işler. Film, bireylerin sosyal ve ekonomik koşullarına göre nasıl şekillendiğini gösterirken, Apu’nun masumiyetinin sabır ve dayanıklılık ile nasıl evrildiğini gözler önüne serer. Ray, yoksulluğun ve kederin yanı sıra, hayatta kalma isteğini ve insan ruhunun özünü de sergiler. Bu anlamda, film sadece bir hikaye anlatmasından öte, izleyicilere mevcut yaşamlarını, ilişkilerini ve duygusal bağlarını sorgulatacak bir derinlik sunar.
Pather Panchali, sade ama etkileyici sinematografisiyle dikkat çeker. Ray, doğal ışık kullanımı ve kırsal mekanlarla gerçekçiliği artırırken, filmde izleyiciye derin bir duygusal deneyim yaşatır. Usta planlamalar ve rahat kompozisyonlar, her sahnede duygu yoğunluğu yaratır. Müzik ise, Henri Salvador’dan ilham alınarak, olayların duygusal ağırlığını pekiştirir.